Turlamaktan Turhan - 1333. Macera

Bilye | kablo | kobay | kolye | yoluk | bakiye | beylik | kabile
Turhan ve Yeğeni Ali önceden hava fotoğrafları üzerinden inceledikleri adada yeni işareti arıyorlardı. Önden giden ve asla yüzünü görmedikleri (aslında Turhan en azından bir kez görmüş olabilirdi, bu hususu daha sonra açık edeceğiz) Küçük Rehber'i takip ediyorlardı. Küçük dendiğine bakmayın. Asra göre çok büyüktür. Bu zemini fethetmiş olmaları için gereken sekiz “şey”den herhangi birini bulabilmek ümidiyle adanın, yerden bakılınca uçsuz bucaksız görünen kumsalından ormana daldılar. Hemen aklınıza öyle bildik bir ada gelmesin. Allah'ın o kadar çok adası var ki, sayamazsınız. Turhan ve Yeğeni Ali, ancak kendilerinin bildiği ve burada takip edenlere açıkça açık edilmeyecek bir gaye ile yoldaydılar. Ömürleri yolculuk idi. Ömürleri yol idi. Herkesinki bir parça öyle iken aslında herkesin ki tam da öyle olmak zorunda değil midir? Bu insanlar ne kadar çabuk unutuyorlar; ve hiç akletmiyorlar.
Ormanda insan adımlarıyla yarım saat süren kısa bir yolculuktan sonra yemyeşil tavanın tam bittiği yerde sonunu göremedikleri bir kayadan duvar buldular. Sarmaşıklar vardı ama bir yere kadar. Yukarı çıkış yoktu. Duvara paralel yürümeye devam ettiler. Böcek cırcırları, ismini, cismini bilmedikleri kuşlar vesair hayvanatın sesleri en az bir metropol kadar gürültülüydü. Kim değiş “sessiz tabiat” diye... Duymasını bilmeyen kulaklar bile bu kadar gürültüden kaçamaz. Sesler yoğun ve yüksekti ama hiç de rahatsız edici değildi. O manada, “dinlendirici sessizlik” denilebilecek bir mana idi. Latif bir mana idi. Yürüyüş uzadıkça, uzadı. En sonunda biraz dinlenme kastıyla uzandılar. Sırtlarını kaya duvara verdiler. Duvar dediysek öyle insan yapısı değil. Hangi dağsa artık, dağın bu yanında bulundukları yamacı handiyse doksan derece açıyla yükseliyordu. Bu yükseliyordu ifadesi de insanın ifade garipliklerinden biri. Dağ ve dağın yamacı aslında orada öyle duruyor, yükseldiği falan yok.
Turhan biliyordu ki, insan bir şey arar ama aradığını nerede bulamadığını bildiğinde aslında her defasında yaşanan bu aynı süreçte önceden tahmin edilemez bir şekilde “işte bu halde bulunur, işte bulduk” noktasına geliverilir. Bu alemde bulmak, yüzmeyi öğrenmek gibidir. Başkası size pek sıhhatli tarif edemez. İşte o anlardan biriydi. Hemen ayaklarını uzattıkları tarafta, burunlarının dibinde, ufak ve adını bilmedikleri bir bitkinin çan şeklindeki yaprağının içinde bir bilye vardı. İlk işaret ancak bu olabilir. Bildiğimiz medeniyetten bu adada eser olmadığına göre ve börtü böcek de camdan bir bilye imal edemeyeceğine göre... Lafı uzatmaya gerek yok. Turhan, Yeğeni Ali'ye bir şey söylemeden bilyeyi cebine attı.
“Hadi kalkalım, ikincisini arayalım” dedi de, meraksız veya hal ehli Yeğeni, “ne bulduk ki” sorusunu sorma edepsizliğine düşmedi. Akışı bozmamak esas.
Aynı rutin yürüyüş devam ediyordu. Belki de hemen yanındayken daire olduğu anlaşılmayan daire biçiminde bir dağın etrafında mütemadiyen dolaşıyorlardı. Gökyüzü yeşil yapraklardan ve ölümüne uzayıp, giden ağaçlardan görünmüyordu ki. Öyle olsa da fark edecek bir şey var mıydı ki. Turhan yine içinden geldiği gibi yürüyordu. Bu plansız görünen tarzda aslında olağanüstü derin ve ruhi bir plan vardı. Deha'nın tarifi yoktur. Ve deha'nın tarifi varsa bile birbiriyle çelişen yüzlerce tarifi olsa gerektir, diye düşünürken ayağı bir şeye takıldı ve Turhan, Yeğeni'nin üzerine, Yeğeni de yüzüstü yere kapaklandı. Yeğeni'nin ahmakça bir uyanıklıkla takılmadan geçtiği kabloya Turhan çok fena takılmıştı ama zararı yine Turhan değil, Yeğeni görmüştü. Ufak bir pansuman sıkıntıyı çözdü.
İkinci işaret buydu: Kablo. Bu kabloyu takip etmek gerekiyordu. Hemen önlerinde, duvar-kaya-dağ-yamacının çatal gibi uzanan küçük bir kayacağına bağlı kablo acaba nereye götürecekti onları. Yürüdüler, yürüdüler ve hiç bir yere gitmediler. Kablo takriben elli metre sonra bitiverdi. Aslında kablo bitmedi. Kablo orada hep aynı uzunluktaydı. Ama ister bitsin, ister bitmesin kablo kısaydı. Turhan asla unutmazdı ki, derin olan kuyu değil, kısa olan iptir. Nadiren de olsa meydana gelen bir olay oldu. Yeğeni'nin aklına bir fikir geldi: kabloyu soymak. Turhan onaylayınca Yeğeni, küçük cep çakısıyla kabloyu soymaya başladı. Bir metre soydu, soymadı ki, bir kağıt parçası çıktı kablonun dış çeperindeki plastik kılıfla içindeki bakır tel arasına sarılmış... üzerinde sekiz kelime yazan bir kağıt.
Bilye | kablo | kobay | kolye | yoluk | bakiye | beylik | kabile

Turhan ilk sırada bilye ve kabloyu gördüğü anda bu listenin kolay çözülebilir olan anlamını bildi. Kalan şeyler şu sıralı altı şey idi. Kobay, kolye, yoluk, bakiye, beylik, kabile... listenin son iki maddesi insan bakımından bol bir macera yaşamakta olduklarını düşündürdü Turhan'a. Haksız değildi sanırım.
Ahmet Kubilay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İKİ SEÇENEK: YENİ ZİHİN VEYA KÖTEK

“Çin halkı, herhangi bir yabancı gücün kendisine zorbalık etmesine asla izin vermeyecektir. Bunu denemeye cesaret edenler kafalarını çelik b...