rüya | testere | bağ | kafes | tornavida | fındık | pençe | kilise
Yeğenim Ali ve ben darmadağın günleri geçtikten sonra iki kenarının neredeyse bir çatı gibi kapanayazdığı bir vadinin bir gölgesinde dinleniyorduk. Bulunduğumuz zaman ve mekanda yazın ortasındaydık. Gölgede oluşumuz ve hiç rüzgar esmeyişi bedenlerimizi ve ruhlarımızı nasıl bir bunaltmıştı… Şurdan şuraya gitme isteğimizin hiç olmadığı bir esnada ayrı ayrı uykulara dalmışız. Uyandığımda az önce gördüğüm rüyanın ayrıntılarını gözden geçirirken buldum kendimi. Bir orta oyuncusu, adı pişekardı sanırım, elinde bir testereyle beni bir kıtadan diğerine kovalamıştı. Dünya dediğimde bir kabartma haritayla kaplanmış kocaman küreydi. Bir dağdan ötekine bir adımda sıçraya sıçraya, dizime kadar gelen okyanusta düşe kalka kaçıyordum. Pişekar arkamdan mütemadiyen testeresini fırlatıyordu. Kah sağ kulağımdan, kah sol kulağımdan vınlayarak geçen testere bir türlü hedefine, yani bana isabet etmiyordu. Düştüğü yerde de sıçrayıp, yine beni yakından ıskalayarak pişekarın eline dönüp, yapışıyordu. Ekvator menzilince sekiz, on tur attıktan sonra uyandım. Kan ter içindeydim. Bedenimde spor etkisi vardı. O mayışıklıkla yine uykuya daldım. Yine Pişekar çıktı karşımda. Orada, Himalayaların ardına saklanmış, benim uykuya dalmamı beklemişti hergele. “Ulan, yine mi sen!” diye nara atmasıyla testereyi fırlatması bir oldu. Bu kez ıskalamadı. Testere alnımın çatından vurmuştu beni. O acıyla uyandım. Gayriihtiyari elimi alnıma götürdüm. Kan lekesi olmayınca şükrettim. Bu rüyanın anlamı nedir diye yoğunlaşıyordum ki Yeğenim Ali ufak bir inlemeyle uyanıp, doğruldu. Ne gördüğünü sorduğumda anlattı ki “parlak yeşil elbiseli yaşlı, zayıf bir adam” testereyle alnından yaralamış onu rüyasında. Bir farkla, onun pişekar her attığını isabet ettiriyormuş. Bunu şeytani rüyalar sınıfına aldım ve unutmayı tercih ettim. Bakalım gidişat da öyle olacak mıydı!
Birbirine zincirlerle bağlanmış şeytanlar… Yine uykudaydım sanırım. Birbirine zincirlerle bağlanmış şeytanlar, binlercesi vardı, dev bir halka yapmış, etrafta ne bir yükselti, ne bir başka karaltı, dönüp dönüp duruyorlardı. Döndüler, döndüler, döndüler. Sonra rüzgar beni yükseltti. Bulutların arasından yükseltildim. Bir zirveye yanaştırıldım. Zirvenin yanaştığım yerinden bakılınca bir sıradağ setinin ardınca yemyeşil uzanan ovalar görünüyordu. Bir ses bana “iki bağ sahibinin ufku”ndasın dedi. Bir müşahit nazarıyla, bir kaçgın kul nazarıyla seyre daldım. Şu noktadan sonra gördüklerim bilinen herhangi bir yeryüzü diliyle ifade edilebilir değil. O yüzden gidin bir şiir okuyun.
Bu Turhan macerası çeyrek kaldı. Diğerleri gibi yarıma ermedi...
Ahmet Kubilay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder