Yeni bir kavimden bahsediyorum. Yeni bir kavmin model insanlarından biri olmak yükünden bahsediyorum. Bu yük sadece bana ait değil. Kavmin her mensubunun bir saniye bile kopmaması gereken bir açı bu. Bir insan modeli olmaktan, bir insan modeli inşa etmekten bahsediyorum.
Nasıl olacak bu yeni insan? Nasıl yeni
insan olacağız? Yeni insanın ilk akla gelen, ilk görünen, fark edilen
özellikleri hangileridir?
O, ihsan sahibidir. İhsan, “yapılması
gereken şeyi, yapılması gereken yer ve zamanda, yapılması gerektiği gibi
yapmaktır.”
Öncelikle ibnülvakittir. Eskiler öyle der.
Yeniler de dese köksüzlükten biraz daha uzaklaşmış oluruz. Batılılar carpe diem
diyorlar. Anı yaşamakla ilgili. İçinde bulunduğu ânı yaşayıp, biraz ötesini
bile ve geleceği umursamamak anlamı daha baskın. İbnülvakit olmak öyle bir şey
değil. Vaktin çocuğu olmak. Yüksek farkındalık sahibi olmak. Arı olup bal
yaparken arı olduğunun da, bal yaptığının da, balın ne işe yaradığının da
farkında olmak. Disiplin sahibi olmak. Vaktin çocuğu tabirinin
kuvvetlendirilmesi lazım. O yüzden "vaktin kahramanı" olmak dense
yeridir.
Bahsettiğim yeni insan tipinin bir diğer özelliği
de ayvazlığıdır. Yeni insan, yeni kavim mensubu yeni insan, fütüvvet ehli olan
insan; ayvazdır. Ayvazlığın çok çeşidi inşa edilebilir. Ayvazlıkla bağlantılı
iki önemli sıfat söyleyeyim: dakik ve müdakkik. Ahalimiz dakik kelimesini hâlâ
biliyor ama müdakkik biraz geride kaldı. Dakik, zamanda keskin, yeterli,
kaliteli davranış sahibi olmaktır. Müdakkiklik de bunun mekan planında
karşılığıdır. Zamanda dakik, mekanda müdakkik. Formül şöyle oluşuyor: dakik
artı müdakkik eşittir ayvaz. Fizik biliminin anlayışıyla ifade edelim: zaman -
mekan birleşiktir. Tek bir varlıktır. Bu varlıkta, bu "eylem
düzlemi"nde ayvazlık da dakik ve müdakkik sıfatlarını yaşayıp, özünde
birleştirerek zaman-mekanı fethetmeyi hedefler. Sekiz köşe sembolünde ifadesini
bulan anlayışa göre, karanlık tek bir köşe bırakılmamalı. Suyun ulaşmadığı,
kanın ulaşmadığı tek köşe kalmamalı. Nasıl ki vücutta kan kendisine ulaşmayan
yerde kangren olur, o parça çürür, vücuda sıkıntı verir; aynı şekilde her yere
ulaşılmak hedeflenmeli. Bir sorunu çözerken, "Allahım kalmasın hiçbir
hakikat nihan" anlayışıyla hareket edilmeli. Sekiz köşenin sembolize
ettiği hem kendinde, hem ortamdaki hakimiyet anlayışı "politik
iktidar" anlamında değildir. Politik iktidar ancak ikincil anlamlardan biri
olabilir. Aslolan güzelleşmek ve güzelleştirmektir. Demagoji batağına düşmeden,
kelimenin gerçek anlamıyla “kendi” ve “öteki” için somut adalet ölçülerinde “en
iyisi”ni istemek ve hatta en iyisinden daha iyisini yapmak için bütün varlığı
ile hareket halinde olmak esastır. Sekiz köşe siyasetinin insan tekindeki
uygulaması, tek varlık olan zaman-mekan düzleminde zamanı dakiklikle, mekanı
müdakkiklikle hayırla kontrol altına almaktır. Dakiklik ve müdakkikliğin
toplamına da ayvazlık denir. Ayvazlık, hikayesini efsane Hind ülkesinin fatihi Gazneli
Mahmud’un has adamı Ayvaz’dan alır. Önemli bir hedef insan streotipidir. Ayvaz’ın
amacı kendini her dem yeniden inşa etmek, kendi hiyakesini kurmaktır. Ayvaz,
hikayesi olandır. Asla unutulmamalı, merkezinde insanın olmadığı bir hareket başarıya
ulaşamaz. Bir hareketin merkezine insanı alması da somut ölçülerle ölçülebilen,
varlığı sosyal zeminde en mümkün bir modelle anlamlıdır. “İnsanı merkeze
alıyoruz” deyip aslında insanlara saçmasapan bir akışın kullan at parçaları
muamelesi yapan bir araya gelişler ancak “dış dünyanın” içeriyi işgal etmesine
bilmeden araç olan bir araya gelişlerdir. Coğrafyamızın bir beka meselesi varsa
budur: Üretimle, adaletle, akılla, verimle, eşyayla gerçek ilişki kurabilen
gerçek bir insan modeli inşaıdır.
Aslında ayvazlıktan bahsettiğimizde, ayvazlık
bütün olumlu özellikleri ve sıfatları içerdiği için, bütün konuyu anlatmış gibi
oluyoruz ama mevzu, kitleselleşme, ahaliye ve dünyaya mâl olma planında yenidir,
alan bakirdir. O yüzden üzerinde çok düşünülmesi, çok yazılıp çizilmesi, bol
bol örneklenmesi, bilimsel zeminde iyi tanımlanması, sinemayla, edebiyatla, sporla,
bilimle, hayatın gereken bütün alanlarında “ne olduğu”nun yaşanarak, yaşatılarak,
kurumlaştırılıp, şirketleştirilip gerçekleştirilerek gösterilmesi bir toplumun varlık
yokluk davasının daha ötesinde önemlidir.
Yeni insanın özelliklerinden biri de
netliğidir. Netlik, aklı yetmeyene anlamayacağı şeyi söyleyip hem onu yormak
hem vakit kaybetmek değildir. O kendini, yaptığını, dostunu, düşmanını tayin ve
tespit ederken olağanüstü nettir. O bir işin saatini söylerken, yaptığı bir şeyden
bahsederken, iletişim kurarken, soru sorarken ve cevap verirken mümkün olduğunca
nettir. Örnek olarak, “nereden geliyorsun?” sorusuna “Annemin evinden geliyorum”
derse bu netlikten uzaktır. Muhatabı da yormaktır. Ben nereden bileyim senin
annenin evinin yerini. Veya biliyor olsam bile niye beni yoruyorsun? Semti
söyle, caddeyi söyle, sokağı söyle, hatta abartmak gerekiyorsa ki genelde
gerekiyor; nokta atışı koordinatlarını ver. Netlik bu abartılı örnekteki gibi
bir şeydir. Netlik “modüler” anlayışla bağlantılı anlam taşır. Yani verilen cevap
muhatap tarafından ima edildiğinde bile anlaşılsa, o anda yer yarılıp muhatabımızın
yerine bir başka “yetkili”, “görevli” gelse konuyu tam anlasın diye net olmak
zorundadır. Dünyanın en iyi uçaklarını üretmenin, dünyanın en tıkır tıkır
işleyen fabrikalarını kurmanın yolu budur.
O’nun başka bir belirgin özelliği de çok
okumasıdır. Hatta belli ilgi alanlarında kendine has özel, derin bilgi sahibi
olmasıdır. En kötü şartlarda bile en az bir saat günlük okuma, imkanı, vakti
daha müsait olanlar için 2 ila 4 saatlik rutin okuma alışkanlığı. Okumak eylemi
dar anlamda okuma artı ortam okuma, örüntüleri okuma, olumlu anlamda “niyet
okuma”, görünenin arkasındaki görünmezi okuma gibi bir çok yeteneğin iç içe
geçmiş uygulanmasına denir. Berbat halinden her ân muzdarip olduğumuz “Tatar
Çölü” yüzyıllardır okumayı ıskaladığımız için bu haldedir. Bu yokluktan aslında
bütün dünya zarar görmektedir.
Yeni kavmin yeni insanı merttir. Delikanlıdır.
Bu delikanlılık, mertlik kodu zayıfladığı, tozlandığı yerden çıkarılıp,
cilalanıp, markalanıp bol bol tedavüle sokulmalıdır. Bir insan bir insandır. Kazanılmalı.
Zararlı bir enflasyona sebep olmayacak aşırı üretim varsa, budur. Ahalinin çoğu,
alışkanlıklarının bir kısmının bencil, ötekine zarar verici, asaletten uzak
olduğunun farkında değil. Altkültür bu noktada fena halde ifsat edicidir. Şöyle
örnekleyebilirim: Bir gencin otomobili var. Arkadaşının da otomobili var. Bazen
biri ötekinin otomobilini ödünç alıyor. Otomobili ödünç alan kaza yapıyor. Arabası
kaza geçiren arkadaşın altkültür babası sorun çıkarıyor. Demiyor ki: “Sen de
onun arabasını alıp kaza yapabilirdin. Olur böyle şeyler.” Diyemiyor, altkültür
buna pek izin vermez. İşte biz bu tavrı delikanlılıktan uzak görüyoruz. Sık verdiğim
başka bir örnekte de yüz öğrenci (her biri ayrı ayrı kopya çekerek) geçer not
alıyor. Geçer not almasalar o sene “sınıfta kalacaklar.” Bu çocuklar ailelerine
“anne, baba ben o beni geçiren kritik notu aldığım sınavda kopya çektim” dese
yüz anne – babadan kaçı “kızım, oğlum, evladım bu yaptığın yanlıştır. Ahlaksızlıktır.
Delikanlılığa aykırıdır. Hemen gidiyoruz / gidiyorsun öğretmenlerine, okul
yöneticilerine kopya çektiğini söylüyorsun” der? Benim bunu sorduğum
öğretmenlerin, öğrencilerin çoğu yüz aileden en çok üçü beşinin böyle bir tavır
geliştireceği yorumunu yaptı. Kişisel bir anket olarak kaydedeyim. Asırlarca sürmüş
kıtlık, kuraklık, iç isyanlar, arka arkaya amansız ve çoğu anlamsız ölüm –
kalım savaşları ahalide ancak aşırı bir travma sonrası görünen post-travmatik sendrom
örüntüleri taşıyan bir altkültüre sebep olmuştur. Bu coğrafyada yapılacak
herhangi bir iş, atılacak herhangi bir adımda, var olan herhangi bir hayat alanına
dair yapılacak analizde hangi sorunu konuşursak konuşalım, biraz kazırsak
altından işte bu travmatik altkültür çıkacaktır. Genel ortalama kendine has bir
travmatik altkültürün bozuk işletim sisteminde yaşadığı için bir nesilden
diğerine ciddi bir birikim aktarılamıyor. Her nesil Amerika’yı yeniden keşfediyor.
Gidişat bir biteviye birbirinden, ötekinden hesap sorma, dere yatağına ilk gerçek
selde yıkılacak kerpiç binalar kurma akışından ibaret. Okuma, öğrenme, bilgi
tecrübe alanları arasında geçişkenlik gibi temel kodlar ya çok zayıf ya kötü
kurgulanmış durumda. Alt kültürün bu külliyen delilikten ibaret olan ortamı,
şartları yüzünden uzayı fethedecek bir filo kurmak şöyle dursun, ağır yağmurda bir
şehrin ana caddelerini selden kurtaracak belediye düzeni kurmak bile büyük
başarıdır.
Yeni insanın bir diğer özelliği de derin
sabrı, devamlılığa “hasta” disiplini, fil gibi hafızasıdır. Altkültürün ortalama
insanı için hayat bir “nerede tak, orada bırak” gevşekliğidir. Oysa fetâ öyle
değildir. O bıkmaz, o usanmaz. O gevşemez, o vazgeçmez. Dostu da düşmanı da iyi
bilir, unutmaz.
O’nun bir başka özelliği de, zekadan,
akıldan, akıllı insanlardan, akıllı söz ve işlerden hoşlanmasıdır. Mazereti
olmayan akılsızlığa tahammülü yoktur. Bu türden bir görmezden gelmeyi, boş
vermeyi “vatana ihanet”e yakın bir ahmaklık sayar. Madem akıl büyük nimet, bu
nimete saygı göstermek vatanı savunmakla eş değer bir görevdir. O, aksi yani
doğru yönde gelişebilecekken akılsızlıkta ısrar edenleri kelimenin gerçek
anlamıyla hem kendi aklı için hem kocaman bir milletin geleceği için zararlı
bulur. Onlardan uzak durmayı delikanlılık sayar. Akıl, geliştirilmesi ve
insanlık yararına kullanılması için verilmiş bir emanetse ve insan emanete ehilse
elbette aklını korumak için yanında durana radyoaktivite benzeri zarar veren kasıtlı
akılsızlardan uzak durmak emaneti korumaktır, delikanlılıktır. O’nun sevip
sevmeme ölçüsü muhatabının akıllılığı ve bu aklı iyiye, güzele kullanma
eğilimidir. Aksi, babasının kızı / oğlu da olsa ona sevimsiz gelir. Kötü muhataplara
karşı yapılabilecek şey de ya onları geliştirmeye çalışmak veya bir noktadan
sonra bunun imkansız olduğu kesinleştiyse “Zülkarneyn seddi”nin imkanlarına
sığınmaktır.
O, dünyayı keskin çizgilerle doğu, batı
diye ayırmaz. Dünya yekta bir bütündür ve merkezinde bizim yaşadığımız coğrafya
vardır. Burası hem doğu hem batıdır. Ne doğu, ne batıdır. Burası dünyanın
merkezidir. Dünyanın merkezi Nasreddin hocanın eşeğinin sağ ön ayağının bastığı
noktadır. Merkez kültür de bizim inşa ettiğimiz, ürettiğimiz kültürdür ve
hedefi dünyaya yayılıp, onu bütünlemektir. Merkezde ahi vardır, aka vardır, fetâ
vardır. Kendi ardına bir çizgi çeker ve bu çizginin birkaç asır gerisine kadar
yaşanan her şeyi merkezden bakarak taraf olmadan algılar, idrak eder. Enerjisini
son birkaç asrın iç tartışmalarına harcamayı kesinkes israf görür. Ne yapılacaksa
yeni bir açıyla, yenilenmiş kavramlarla yapılmalıdır.
O’nun duygudurum kontrolü yüksektir. Hem teoride,
hem pratikte duygudurum kontrolünü önemser. Kendini çıkan fırsatlarda test eder,
geliştirir. Basit, kişisel sorunlar, altkültür ahalisinde yaygın olduğu gibi, kafasında
dönüp durmaz. Geçmişten ibret alıp onu geride bırakır ve nonlineer bir üslupla
geleceğe akmaya devam eder. Aka, akmaktan geliyor.
O, vefalıdır. İnsaflıdır. Devamlı yükselen
bir çizgide zekidir. Hayatı bir sosyal tecrübe yolculuğu olarak görür. Her gün
yeni fırsatlar getirmektedir ve o, bu fırsatları kullanarak devamlı bilgisini,
görgüsünü, aklını yükseltir. Kendi genetik yapısını iyi tanır ve genetik
kodlarında bizzat ameliyatlar yaparak kendi yolunu kendisi açar.
O, iyi bilir ki, sadece kendisi için yaşayan
birisi iyi insan değildir. İnsanın iyisi, gerçeği, delikanlısı başkaları için
yaşayandır. Basit kişisel hedefler on metre iken o yüz metrelik hedeflere
çalışır ki, işin nefsi boyutunda da, kendi hedefi kendisini aşırı meşgul etmez,
daha sosyal, daha yüksek hedeflerle uğraştığı için zaman içinde daha da
asilleşir, üstünleşir. O asil bir kavmin / sınıfın mensubudur. Bu türden
sosyalleşmeye altkültürün bir araya gelişleri “dava adamlığı” diyor. Ben bu
ifadeyi çok kullanmıyorum. Kullanmayacağım da. Bu türden artık içi işgal edilip,
boşaltılmış ifadeleri çizdiğimiz “fetret dönemi çizgisi”nin gerisinde bırakmak
lazım. “Bugün yeni bir gün / yeni şeyler söylemek lazım.”
O’nun kişisel projesi/projeleri vardır. En az
bir bilgi alanında gerçek tecrübe biriktirir. CV’si kalabalıktır. Bununla “milli”
bir gurur duyar. Aşırı çalışkandır. Tembel ahalinin kınamasından korkmadığı
gibi gurur duyar, şeref duyar. Asabiyesi ve asaleti daimdir. “Öteki” diye
ayırmaz kimseyi. Bu nonlineer bir bakış açısıdır. Kimseyi rakip görmez. Ne ciddiye
alır, ne ciddiye almaz. Öyle bir meselesi yoktur. Varlığı hiçbir şeyin alternatifi
değildir. Hayatın özünü, bizzat, her iyi niyetlinin de el atması, el uzatmasıyla
hep beraber gerçek hayata yüksek kalite, yüksek verim, iyi üretim, iş, oluş,
hareket üzerinden aktarmayı varlık sebebi görür. İnsanın burada bulunmasının
temel sebebi, bir araya gelerek “şeytan”dan, “kötü”den, “düzensiz”den üstün
olunabileceğini göstermek/ispatlamaktır. Bu, onu iyi temsil eden göstergelerle,
belli işlerin sabitlenmesi, var kılınmasıyla mümkündür. Az laf, çok iş. Hiçbir şey
yapamıyorsan, otur gördüğün rüyayı yaz. Ama bunu yaparken bile uyduğun belli
kurallar, töreler, tespit ettiğin örüntüler olsun.
Yeni insan, yeni iç kavmin, fütüvvet
ehlinin töreleri, kodlarıyla tanımlandığı için uzatmıyorum. Yaşayın, bilin. Yaşayın
görün.