Hangi isimlendirme, sıfatlandırma kime nasıl hoş görünürse görünsün umurumda değil; Fransız İhtilali'nin kavramlarıyla kendimi tanımlamayı reddediyorum. Westfalya Barışı'nın bize yansıması olarak, 1600'lerden itibaren ülkemizde var olan bütün kanallar, su olmaya karar verip akanlar için önceden kazılmış tuzaklı yerlerdir. İyi niyetle yapılan her iş nihayetinde o barajlarda toplanıp, dışarıya yarayan enerjiler olarak yine bize, bu millete karşı dönüyor. İş ve mahsul verimini yükselttiğiniz tarla eğer başkasına aitse kâr ve kisp de onların hanelerine yazılacaktır. Dünyadaki siyasi hareketlerin bire bir yansıması şeklinde kurgulanmış her "işler toplamı" ancak yine dışarının kazanç defterine kayıtlı, bizim zararımıza kazançlar olacaktır. İstediğiniz kadar millilik iddia edin, takip ettiğiniz izlek, söylem kalıbı, içinde ne olursa olsun öz itibariyle dünyadaki, aslında tek elden örgütlenmiş, tek bir çatı altındaki farklı odaların kurumu, kuruluşu olacaktır. Boşuna kürek çekmeye gerek yok.
Memleketimizdeki bir araya gelişler biraz şuna benzetilebilir: Bir şehirde sel tehlikesi var. Bir grup "önde gelen", etrafına iyi niyetli, vatan memleket savunmasına iştiyaklı insanı topluyor ve onlarla beraber bir mühendislik formülünü yüksek sesle tekrar ediyor. "Söylediklerimi yüksek sesle tekrar et!". Böyle formül tekrarlayarak ortalıkta dolaşıyorlar. Mitingler yapıyorlar, gösteriler düzenliyorlar. Bunlara muhalif olanlar da seli daha etkili engelleyeceğini düşündükleri başka formüller ortaya atarak bir araya geliyor. Onlar da bol bol ses çıkarıyorlar. Herkes meseleyi bir tarafa çekerken bütün bu hır gürün ortasında; bir gün sel gelip, şehrin yarısını uçuruyor. Sonrasında yine mitinge, protestoya, gösteriye, formülü konuştukları kitapları yazmaya, konuşmaları yapmaya devam ediyorlar. Aralarından biri çıkıp da "baraj yapalım" demiyor. Bu en az dört asırdır böyle.
Randevu sadakati yok. Çalışkanlık, iş verimi, zekice ekip çalışması yok. Basit hesaplar almaz bir altkültür, biteviye devam eden birbirine düğümlenerek insanı hiçbir yere götürmeyen yollar var. Gerçekten yürüyen bir toplum için gereken örgütlülük seviyesi mi, o da ne, yok! Kıyas yok, muhakeme yok. Yok oğlu yok. Ne var? Bol bol goy goy var.
Er odur ki kendi mecraını kendisi kazsın. Ne yapılacaksa bütünüyle bu topraklarda zamanında gayet tıkır tıkır işlemiş, şimdi de çok rahat işleyebilen öz fikirlerle ve tekniklerle, zaten fazlasıyla var olan imkanlarla yapılmalı. Fütüvvet idraki, kahramanlık seviyesinde çalışma temposu ve bereket hâliyle; şu içinde kaybolunan yalan dünyanın da bir alt katındaki hakikatsiz "büyük yalan"ı yırtarak, gerçek bir gelecek inşa etmeli.
Elinden kör atın yem yemediği yalan, senden kurtulacağız.
Ahmet Kubilay