"Ebdal'dan el Kesib isimli imam şöyle derdi: Allah bütün bilgiyi feleklere yerleştirdi. İnsanı ise bütün alemin bağlarının (alemdeki şeyler arasındaki bağ ve münasebetler) bir toplamı yaptı. Binaenaleyh insandan alemdeki her şeye uzayan bir bağ vardır. İnsanda bulunan bu bağdan, insana ulaştırması için Allah'ın o şeye bıraktığı durumlar meydana gelir. (Yine) Arif-insan, bu bağdan istediğinde o şeyi hareket ettirir. Şu halde alemde insanda eseri bulunmayan bir şey olmadığı gibi insanın eserinin bulunmadığı her hangi bir şey de yoktur. "
Muhyiddin
Yaşadığımız
tek yer olduğunu düşündüğümüz/zannettiğimiz dünyaya "görünen âlem",
"müşahade âlemi" deniyor. Kaba bir tasavvuf teriminden öte, içine ilk
doğduğumuzda, kendimizi bilmeye başladığımızda "işte dünya budur,
burasıdır, böyle bir yerdir" diye şuurlandığımızda bu dünyayı,
"ölümlü dünya"yı en kaba haliyle idrak etmeye başlamış oluyoruz.
Yazdığım kelimeler üzerinde daha ince düşündüğümde her bir ifadenin tekrar
açıklanmaya muhtaç olduğunu görüyorum. Bu da en hafif tabirle kafa karıştırıcı
oluyor. Okuyanlardan özür dilerim. "Ölümlü dünyayı idrak etmek" dedim
ama bu da bir seviye meselesi. Ortalama bir insan ölümlü dünyayı hangi
seviyeden idrak eder? Hele de günlük algı doğal olarak bu kadar sorunluyken.
Birçok istatistik gösteriyor ki günlük seviyede algımız zayıftır.
Karşılaştığımız herhangi bir sosyal tabloda beş unsur varsa en akıllılarımız
bile bu unsurların en az bir ikisini fark bile etmemektedir. O zaman idrak
nasıl olacak? Ol sebepten bulanık bir dil kullanmak zorundayım. Özür dilerim.
İnsanların
çoğunun yaşamakta oldukları tek yer olduğunu düşündüğü dünya aslında bir
arayüzden ibaret. Bu arayüzü zihnimizde yüklü dil hangisiyse o dille dünyayı
bir arayüz olarak okuyoruz. Bu, (Türk isek) sadece anadilimiz (olan Türkçe) değil,
doğumumuzdan itibaren, çocukluğumuz, çevremiz, idrak ettiğimiz ve edemediğimiz
şeylerle her bir insan teki için aslında çok farklı olabilen bir dildir. En
yaygın kavle göre İslam Peygamberi'ne verilen ilk talimat "oku".
Mesele bu arayüzün ötesine geçmek olabilir mi?
Çünkü
dilimiz lineer bir dil. Bütün insanlığın bilinen dillerinin çok ezici çoğunluğu
lineerdir. Dün, bugün, yarın çizgisinde ilerleyen zamanı yine dün, bugün, yarın
çizgisinde ilerleyen lineer dillerle en doğru biçimde algıladığımızı düşünüyoruz.
Oysa kaçırdığımız o kadar çok şey var ki. Sicim teorisinde an itibariyle son
varılan noktada bilim insanları, sicimin yukarı doğru yedi aşamalı bir
yansıyışla 11 boyutta bulunduğumuz varlık/düşünce kaneviçesine yansıdığını
düşünüyor. Önemli noktaları deneysel ispatlı olan çalışmalar sonucu, yapılan
matematik hesaplarla da belli oranda sağlaması yapılabildiği üzere, iki boyutlu
sicim tam 11 boyutta (bildiğimiz) en yukarı yere yansıyor. Bizse ağırlıklı
olarak 3 boyut içinde yaşıyoruz. Bu mantıktan hareketle bazı bilim adamları
birden fazla evrenin var olduğunu düşünüyor.* Benim üzerinde durulması için
ısrar ettiğim konu: bu evrenlerin iç içe olmaklığından bize ne türden bir
"pratik" alan kurgulama imkanı düşebilir? En baba soru; bir çok
sorunun sorusu işte tam olarak budur.
Dilimiz
lineer dedim. Yeryüzünde bilinen ve kısıtlı ölçülerde incelenmiş birkaç lineer
olmayan (non-lineer) dil var. Bu dilleri kullanan bu birkaç nadir bulunan kavim**
modern anlamda teknolojiyle bağlantısı olmayan, ilkel tabir edilen kavimlerdir.
Non-lineer bir dil konuşan bu kavimlerin günlük hayatları, benlik algıları,
toplu yaşarken telepati dışında izah edilemeyen şeyler yapabilmeleri, uyku
düzenlerinin, bazı biyolojik süreçlerinin tuhaf ve "modern" dünyadaki
insana göre üstün sayılabilecek farklılıkları non-lineer dilin insanda neyi
açabileceğine, günlük hayatın ne türden bir idrakle farklı okunabileceğine dair
ilginç fikirler veriyor.
Bir
de İlahî vahyin, Kuran-ı Kerim'in nasıl okunması gerektiği meselesi var. Günlük
dilimiz ancak ölmemeye yetecek kadar zayıf bir seviyede seyrederken, Allah'ın
kelamını idrak mümkün müdür? Yahut hakikati idrakten hissemize düşen şairin
ifade ettiği kadar mıdır? "Anlamak yok çocuğum/ anlar gibi olmak
var!" Kitabı non-lineer dillerden herhangi biriyle okumak bize ne öğretir?
Elest bezminde "Rab" vurgusuyla sorulmuş bir soruya muhataptık. Yani
temel mesele ömür boyu öğrenmek. Verimsiz bir dille bu ne kadar mümkün? Sakın
imtihanın sırrı tam da bu hususta tecelli ediyor olmasın! Non-lineer okuma bahsinde
de, non-lineer dillerin muazzam bir çeşitlilik arz ettiğini söyleyeyim.
Non-lineer
dili öğreneceğimiz zemini önce inşa etmemiz gerekiyor. Bu, insan tekinin
yapabileceği bir şey değil. Bu şey, Rasulullah'ın "omuz omuza" diye
emrettiği bir araya gelme teknikleriyle kurgulanabilir bir şey. Ayna nöronlar
denilen, bilimin yeni yeni varlığını ve derinliği, önemini fark ettiği bir
mesele var. Aslı şudur: İnsanlar neredeyse hiçbir şeyi tek başlarına gerçek
anlamda öğrenemiyor. Başka birinin aynı şeyi yaptığını görmeleri lazım. Beraber
yaparak öğrenmeleri lazım. Bu işte sahabenin sırrı olsa gerek. Bahsettiğim,
tabir caizse, ortak bir frekans yakalayan insan gruplarının beraber inşa
edebildikleri/ettikleri/edecekleri dil non-lineer dildir. Bu dilin grameriyle
ilgili bir şey değildir. Uzakdoğu anlatılarındaki mantra mantığına benzer bir
idrak gerekmektedir. Hazreti Peygambere bir gün biri geliyor ve karın
ağrısından bahsediyor. O da "bal geçirir" diyor. Daha sonra aynı zat
geliyor ve "bal karın ağrısını geçirmedi" diyor. Bunun üzerine
Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) "Allah ve Rasulu doğru söylüyor.
Karnın yalan söylüyor" diyor.*** Mantra mantığı da buna benzer. İnsan
grupları ortak örüntüler ağı oluşturur. Yine tabir caizse bütün insanlığı
kapsayan matriksin içinde özel bir iç-matris oluştururlar. Genel fütüvvet
söylemimizde iç-kavim dediğimiz budur.
Ayna
nöron bahsinde de muhakkak vurgulamadan geçmemem gereken bir bahis var: Eğitim,
çok yaygın olarak düşünüldüğü gibi teori esaslı değildir. Bilginin çoğu usta -
çırak fizik ilişkisi sayesinde öğrenilir. Özellikle pratiğe dökülen bilgi
böyledir. Tıp ve mühendislik eğitimine bakalım. Asıl mesele pratiğiyle, elle,
dille, kulakla, tenle, insanın insanla, öğrencinin hocasıyla temasıyla
öğrenmektir. Bilgi, Peygamber'e "yukardan" iner, Melek o bilgiyi özel
usullerle iletir, Rasulullah da "insan tekleri"ne teker teker izah
eder. O'nun izah edişi de sadece konuşma usulüyle değildir. Hep beraber işin
pratiğine girişirler. Meseleler dar halkadan giderek genişleyen halkalara
aktarılırken aynı zamanda holografik biçimde özel iç-matrisler de oluşturulur.
"İkinin ikincisi" bahsindeki gibi daha özel bilgi, ancak daha özel iç
gruplar arasında öğrenilebilir, tecelli edebilir. Kehf Suresi'nde "Rabbin
katından bir ilim" verilmiş (Hızır)ı, Musa aleyhisselamın gerçek manada
idrak edemeyişi örneğinde olduğu gibi bazı bilgiler de bazı
"tek"lerin ömürleri boyunca oluşturabildikleri örüntüler ağında
okunamaz, anlam ifade etmez veya yanlış yorumlanırlar. Özetle, eğitim büyük
oranda pratik ağırlıkla yapılabilen bir şeydir. Gerçek ortam, gerçek ilişkiler,
gerçek irtibatlar ve birbirini görebilen insanların birbirlerinden aldıkları
hâller bütünüyle erişilen bir manevi sırdır. Aslında gayet açık bir sırdır ama
Kartal'ın bir kilometreden yerde gördüğünü bazısı burnunun dibindeyken göremez.
Günlük
hayat olarak algıladığımız, ahlaklı ve ahlaksız yöneticilerin, yalancı ve
dürüst dindarların, ileri ve geri zekalı çoğunluğun, köşedeki market
zincirindeki kasiyer, ötedeki hızlı tren garındaki biletçi, ahlakı ve müşteriyi
memnun etmesiyle tanınan uluslararası firmayı bir sürü özel plakası olan
siyasetçilerin desteğiyle kovan kavgalı evlilik mahsulü taksici, başçavuştan
bozma apartman yöneticisi, maliyetinden kat kat pahalıya satılan elif cüzlerinin,
ve daha neler nelerin hep birlikte oluşturduğu bu "ölümlü dünya"ya
aslında bir arayüz muamelesi yapılmalı. Başka yazılımlarla çalışan bambaşka ve
harp meydanında mertlere keyif verici
arayüzler üzerinden aynı dünyanın
çok daha fazlasının algılanması mümkün. Bambaşka bir dünya ve bambaşka hayatlar
mümkün. O yüzden almazlardan uzak duralım. Yolda Ebubekir'i görünce selam veren
Peygamber; insanların içlerinde işe yarar ancak bir tane bulunabilecek bir deve
sürüsüne benzediğini söylüyor. Bu söze muhakkak itimat edelim. Bundan bir dünya
görüşü, kafile kafile bir araya gelişlerden bir ahir zaman devrimi inşa edelim.
Ancak
bazı filmlerde mümkün sanılan bir konglomeralar ağıyla mazlum milletlere güç,
mağrur milletlere ayar verecek yeni bir arayüz tasarlamak icap ediyor. Söz
ehlinedir. Antrenman yapmayan salonu meşgul etmesin. Vesselâm.
Ahmet
Kubilay
*
Bu akademik bir makale olmadığı için uzun vadede edindiğim teorik ve pratik
birikim üzerinden konuştuğum için kaynak, ayrıntı vermiyorum. Bu başka bazı
yazılarım gibi sohbet havasında okunabilir.
**
Mesela bunlardan biri Güney Amerika kıtasındaki Pirahalar, bir başkası da
Avusturalya kıtasında bulunan aborijinlerden bir kısmı... Ciddi incelenmesi
gereken bu kavimler ve dilleri hızla yok oluyor. Ehline alarm vermiş olayım.
***
Hadis-i bilmânâ.