"Bakın benim parolam sevgidir ama ben şiddeti de yerine göre bir enstrüman olarak kullanırım."
Ölümlü Dünya repliği
"Yalnızca güzel sözler yükselir!"
Duman ağır ağır yükseliyor. Uçsuz bucaksız derler çok geniş düzlükleri tarif ederken. Uç nedir, bucak nedir! Çoğu daha bu işin hakikatinden bihaberdir. Uçsuz bucaksız düzlüğün ortasında bir ağaçlık alan, alanın ortasında bir yerlerden yükselen kara boğuk dumanlar korumadığımız şeyin cayır cayır yandığının işaretidir. Kasabayı korumadık. Hiçbir gayreti, himayeyi hak etmiyordu. Azm ü cehd ile, bile bile, oh olsunlar eşliğinde onu korumadık. Tüte tüte tükeniyor. Onu kurtarabilirdik. Kılımızı kıpırdatmadık. Taşra yıkılmalıdır. Bu tür şerlerde kesin hayır vardır. Kasabanın güdümsüz, karizmasız, bereketsiz, şaşılmayacak derecede hareketsiz sakinlerini cayır cayır yaktık, şimdi sıra Cenab-ı Hakk'ın izniyle içimizdeki kasabalıyı boğmakta. Bunların görüp göreceği, erip erişeceği en büyük rahmet budur. Su gibi ateş de bir rahmettir. Neyzen'in aziz ruhuna dua ve selam: Kasaba hatibinin kürsüsü de, itfaiyenin hortumu da artık paramparçadır. Yan gel yat Osman, memur olmak isteyen bütün kasabalılar telef olmalıdır.
Bir kitap fuarında kıymetli bir dostumun kitabını inceleyen (güya, aslında ne bakan, ne görebilen bir ön-insan, bir hikmete binaen eksik bırakılmış) yaratık, kitabın adındaki "öküz" kelimesine bakıp, "ay, ben bunu çocuklarıma (güya öğrencileri) nasıl tavsiye ederim?" diye sorduğunda bu alt-türün eğitilmezliğini idrak ettiğim bir eşiği aşmış idim de Alatlı'ya "bunların çoğu eğitilmezdir" tespitinden ötürü şapka çıkarmıştım. (Kitap: İçinizdeki Öküze Oha Deyin)
Bir başka tip, her türlü ikiyüzlülüğe meyyal, menfaatine dokunmadıkça hiçbir kötülüğe karşı bir duruyor gibi yapışı bile mümkün değil, ahlak kavramını kendi çapsız, karizmasız, hünsa müşkil tavrıyla bir sanıyor, "yavşak" gibi yerine göre çok masum, yerine göre çok yerli malı, yerli yerinde bir kelimeyi "tam mahallinde" istimal etmenin "ahlak" söylemiyle çeliştiğini sanıyor. Yeteneksiz çakal kuyruğuna bak sen! Hepiniz susarken gizli taşra köşelerinde hayatları karartılan o "talebe"lerin hesabını gör bak kim soracak, "yavşak!" Karnın doyduğu müddetçe kimsenin derdi seni germiyordu, değil mi? Sahte pehlivan donlu ve dış güdümlü çakal tilkilerin ancak kuyruğunun kılı olabildiniz, aslında bu ceza size yeter. Yeteneğiniz sizi ancak "bu" çukura kadar çıkarabildi. Ama "amok" koşuya çıktı mı durmayacak, korkabilirsiniz!
Kafir şair öldüğünde ashabı Rasulullah'a "öldürmemize izin vermemiştiniz" mealinde konuştuğunda O, "yapacak olan sormazdı" diyen peygamberdir. Yapacak olan sormazdı. Bu, bugünün kasabalılarının anlayabileceği bir şey değildir. Onlar rahat yataklarda, kuş sütü kahvaltı hülyasında, ucuz galibiyetler peşinde sürünmektedirler. Gerçekle aralarındaki bu kalın perde, hakikatte, onların kendilerini "ilim - irfan" okyanusunda yüzme algısıyla yaşarken aslında bir (şeytanî) manipülasyon bataklığında debelenmelerini, yani "alçak yalanlar"ını örtmektedir. Uyuşukluğu, ipek dokunuşlu kibarlığı, sinsi bir kibarlığı "efendi"lik olarak tanımladıkları alçak bir karizmasızlık batağında, kendilerini "ilim - irfan" okyanusunda yüzer zannettikleri bu kriz, pardon (şeytanî) manipülasyon onların ebedî cehennemidir. Lakin ehli hatırdan çıkarmasın, bir yalanın içinde yaşatıldığınıza inanıyorsanız, yalnız değilsiniz.
Uçsuz bucaksız bir ovayı görmeye başladık. Şükürler olsun. Ovanın ortasından dumanların kaybolduğu, - artık bereketli -, mevkiden Mars'ın Olimpos dağından daha yüksek bir dağ yükseliyor. On bin metre, yirmi bin metre, otuz bin metre... Sizi düşkünler sizi, tarih dönmeyecek sanıyordunuz... "Hep yer, içeriz, aptalları güderiz", değil mi!
Bu millet sizin düşük zekanızla tanımladığınızdan çok daha büyüktür. Sizden? İfade etmenin en küçük bir manası yok: kesinlikle büyüktür.
Ahmet Kubilay